ADALARIN AYŞE TEYZESİ 40 YILDIR TEZGAHININ BAŞINDA
Ayşe Er 75 yaşında. İstanbul Beşiktaş doğumlu. Çocukluk ve gençlik yıllarını Yıldız Yenimahalle’de yaşadı. Erzincan’dan İstanbul’a göç etmiş anne babanın üç çocuğundan ortancası. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle ilkokuldan sonra öğrenimini sürdüremedi. Ama 18’inden sonra, o dönemde yaygın olan Akşam Sanat Okulu’na giderek dikiş nakış öğrendi ve diploma sahibi oldu. Meslek yapmak için her ne kadar terzi dükkanı açmaya fırsatı olmadıysa da ailesine, eşe dosta elbiseler dikerek sevdiklerini mutlu etti.
20’sine geldiğinde ise görücü usulüyle evlendi. Eşi Rafet Er, Fatih Gedikpaşa’da kitap ciltleme işindeydi. Ayşe Er, Gedikpaşa’ya gide gele başka bir sektör ile de tanıştı. Toptancılarda ürünler aldı ve onları satmaya başladı. Üç erkek çocukları oldu; İsmet, Bülent ve Cüneyt. Dönemin şartlarında okumak zordu. İsmet, Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne girdi. Bülent ve Cüneyt ise liseden sonra ticarete atıldılar…
Ayşe’nin ailesi (Çeliker Ailesi) zamanında dişleriyle tırnaklarıyla kazandıklarını biriktirip, 1976 senesinde Büyükada’dan arsa alıp ev yaptılar ve Ada’ya yerleştiler. Bir dairesini de kızları Ayşe’ye verdiler. Ayşe Er’in Ada hikayesi de böylece başlamış oldu.
Şehirde zaten ufaktan ticaret yapan Ayşe Er, dönemin belediyesinden aldığı belge ile tezgah açıp öteberi sattı. İşi tutturunca da halk pazarında yerini aldı. Yaklaşık 40 yıldır pazar alanlarında tezgah açan Er, ekmeğini de buradan kazanıyor.
Haftanın dört günü, dört ayrı adada tezgah başında ter döken Ayşe Er, fırsat buldukça da gönüllü olarak çevre temizliği etkinliklerine katılıyor. Büyükada sakini Ayşe Teyze ile tezgahının başında sohbet ettik.
PERŞEMBE PAZARINDA TEZGAHININ BAŞINDA
-Pazar esnafı size “Aysel Teyze” diyor. İsminiz aslında Ayşe.
Annem ve babam ismimi Ayşe koymuşlar ve nüfusta da böyle yazılmış. Aile içinde Ayşe’yim. Zamanla tanıştığım yeni çevreler ya yanlış anladıklarından ya da yakıştırdıklarından bilemiyorum, bana Aysel demeye başladılar. İki ismi de seviyorum. Pazar esnafı da bana Aysel diyor, hoşuma gidiyor…
-İlkokuldan sonra okuyamadınız. Erzincan’dan göç eden anne babanız ne iş yapıyordu, biraz da ailenizden bahseder misiniz?
Annem Emine Çeliker de ben gibi okuyamamış bir kadın. Ev emekçisi idi. Bizlere ve babama o baktı. Hayatı boyunca çok çalıştı, çok. Babam Hasan Çeliker, İstanbul’a geldiğinde Kasımpaşa’da çırak olarak gemi tamir işine girdi ve emekli olana kadar orada tornacı olarak çalıştı. Üç çocuk yetiştirdi. Şanslıydı ki dayısından kendisine biraz miras kaldı. O miras üzerine çalıştıklarını da koydu ve bizi ev sahibi yaptı.
Evimizin yapıldığı dönemleri de iyi hatırlıyorum. Büyükada’da inşaat malzemelerini eşeklerin sırtında taşıdılar, yeri geldiğinde at arabalarını kullandılar. Bugünkü gibi imkanlar yoktu, çok zor şartlarda yaptık evimizi.
Annem babam, kardeşlerim, eşim hep birlikte bu evlerde huzur içinde yaşadık. Annem ve babam da hayatlarını kaybedene kadar adada yaşadılar ve adayı çok sevdiler. Biz de çok seviyoruz. Oğlum İsmet ile yaşıyorum ve ikimiz de buradaki hayatımızdan çok memnunuz.
-Yol arkadaşınız Rafet Bey’i ne zaman kaybettiniz?
Dediğiniz gibi gerçekten yol arkadaşıydık. Çok severdik birbirimizi. Birlikte büyüdük… Rafet bir beyin kanaması geçirdi. Yıllarca ona baktım. Yürüyemiyordu yürüttüm. Tam iyileşiyordu ki, kolon kanserine yakalandı. 2008’de göçtü gitti… Onun yokluğu ayrı bir acı, açlık yoksulluk ayrı bir acıydı. Çocuklarımın hem annesi hem babası oldum. Onlar aç kalmasın diye gece gündüz çalıştım. Halen de çalışıyorum.
-Ada’dan önceki zamanlarda şehirde ekmeğinizi nasıl kazanıyordunuz?
Beyim kitap ciltleme işindeydi. Çemberlitaş’ta oturuyordu. Evlendiğimizde ben de onun komşularının ütü işlerini, ev işlerini yaptım. Evin bütçesine katkı sunmak beni mutlu ediyordu. Bir komşum pazarcılık işindeydi. Topkapı’ya gidip kumaş satardı. Ben de ondan gördüm; Beyazıt’taki bir handan kaliteli kumaşlar, havlular, masa örtüleri, peçeteler, nevresimler satın aldım çevreme sattım. Aldığım ürünler Polonya malları idi. Ada’ya geldiğim ilk zamanlarda da Polonya ürünleriyle geldim ve burada çok ilgi gördü.
-Ada’ya ilk ne zaman geldiniz ve ilk ne iş yaptınız?
1976 başlarında geldik. Şehirdeki işimi buraya taşıdım. İlk zamanlarda tazgahım seyyardı ama daha sonra Belediye’den aldığım izin ile pazarda tezgahımı kurdum. Polonya ürünleri, eşofmanlar, iç çamaşırları, çoraplar, vazolar sattım. Diğer oğullarım pek okumaya hevesli değillerdi, iş bulup çalıştılar ama oğlum İsmet güzel bir bölüm kazanmıştı ve ben onu tezgahçılık yaparak okuttum üniversitede.
-Yaklaşık 40 yıldır tezgah başındasınız. Bir iş gününüz nasıl geçiyor, anlatır mısınız?
Pazarın olduğu günler saat dört civarı uyanıyorum. Büyükada’da oturduğum için burası diğer adalarda çalışmaktan daha kolay oluyor. Diğer adalara geçmek için 05.45 vapuruna yetişmek zorundayım. Mallarımı alıp iskeleye götürüyorum. Uzun yıllardır bu işi yaptığım için kaptanı da zabıtası da güvenliği de beni tanır. Allah razı olsun, çoğu kereler yardım edenler de oluyor. Vapur kaptanları da daima hal hatırımı sorarlar. Vapurdan malları indirip Pazar alanına götürmenin de ayrı bir zorluğu var. Adalar hep yokuş… Şükür ki vicdanlı insanlarımız var. Mesela Burgazada’da Peynirci Kadir var, her hafta bana yardım eder, o yokuşlardan beni yukarı çıkarır… Haskız Abla vardı Heybeliada’da. Rahmetli çok iyi bir insandı. Benden yaşlıydı ama daima destek olurdu bana. Arkadaşlığı, dostluğu çok iyiydi.
“TÜM ZORLUKLARA RAĞMEN ÇALIŞMAK İYİDİR VE KADINLAR ÇALIŞMALI”
-Havaların iyi olmadığı zamanlarda tazgah açmak zor oluyor mu?
Yaz sıcağında kalmak da kış soğuğunda kalmak da zor ama en zor fırtınalı, lodoslu günler. Bir keresinde yine kuvvetli bir lodos günü. Burgazada’da mahsur kaldık. Ne vapurlar çalışıyor ne başka bir şey. Evlerimize o gün dönemedik. Ben Öğretmenler Evi’nde geceyi geçirdim. Tüm zorluklarına rağmen çalışmak iyidir, insanı dinç tutar. Sağlığım yerindeyse bugün, hareket ve çalışma sayesindedir. Özellikle kadınlar, dışarıdaki işlerde çalışmalı, ekmeğini kazanmalı…
-Tezgah açmadığınız günler ne yapıyorsunuz?
Haftanın dört günü pazardayım. Cumartesi günleri ise ilk vapur ile şehre iniyorum. Zeytinburnu, Merter, Eminönü, Yeşildirek’e gidip malları alıyorum. Yaşlılık kartım var neyse ki yol parası vermiyorum. Akşam geç saatlerde dönüyorum Ada’ya. Ertesi gün ürünleri hazırlıyorum. Boş vakit diye bir şey yok bizde. En büyük keyfim akşam yemek yapmak ve çay demleyip oğlumla karşılıklı oturup sohbet etmek…
-Geçimin bu kadar zorlaştığı bir dönemde sizin işleriniz nasıl gidiyor?
Hayat çok zorlaştı ah be yavrum. Paranın kıymeti kalmadı. Kazandığımızla ay sonunu getiremiyoruz. Kışlıkları yazdan hazırlıyoruz. Nerede en ucuzunu alabiliriz diye tezgah tezgah geziyoruz. Eskiden çok satış yapıyorduk ama şimdi yapamıyoruz. Esnafı da Ada halkı da aynı zorluk içinde. Ekonomi her şeyi etkiledi. Çok haber izler, gazete okurum. Her şeyden haberim var. İş bulmalı. Evde kadın da erkek de çalışmalı ki anca geçim olsun. Kadınlar çalışmalı. Yoksa hayat geçmez…
AYŞE TEYZE ÇEVRE TEMİZLİK ETKİNLİKLERİNDE…
-Sizi çevre temizlik etkinliklerinde de gördük.
Evet, fırsatım oldukça evimin önünü süpürür, temizlik işlerine katılırım. Çok da mutlu olurum. Ada çok kalabalık. Buraya gelenler sağa sola, denize plastikler atıyor. Balıkları bile küstürdüler. Eskiden tekir, istavrit, kırlangıç tutardık. Şimdi tutacak balık yok. Herkes evinin önünü temiz tutmalı, ağacı, ormanı, denizi korumalı. Doğa hepimize lazım.