MESLEĞIYLE YILLARA MEYDAN OKUYOR…
Terzi Salahattin Karsan 85 yaşında. 75 yıl önce çırak olarak girdiği Büyükada’daki dükkanı da mesleği de yıllara meydan okuyor.
Büyükada Arabacılar Meyda’nından Çınar Caddesi’ne çıkan Gündüzbey Sokak’ta Terzi Salahattin Karsan. Yılların terzi dükkanını adada bilmeyen yoktur, koskoca canlı bir tarih Terzi Salahattin Karsan. Kapısını çaldığımız Karsan, bizi Adalıların dilinden düşmeyen ‘eski Adalar’a götürecek. Elektriğin olmadığı, ekmeğin karne ile alındığı yoksul ama mutlu Adalara. Rum ve Ermenilerin zanaatlarıyla tanındığı, insani ilişkilerin ön planda olduğu eski küçük kasabaya.
Selahattin Karsan kendi öyküsünden başlıyor anlatmaya: “1936 Büyükada doğumluyum. Aslen Trabzon Maçkalıyız. Babam Ömer Karsan, gençlik yıllarında Gümüşhane-Trabzon yolunda şoförlük yapıyormuş. Amcam Trabzon yolunda arabayı uçuruma yuvarlayınca, babam o yollardan nefret etmiş. 1932 senesinde çantasını alıp İstanbul yoluna düşmüş. İstanbul’daki ilk zamanlarında Beşiktaş’ta bir kalaycının yanında iş bulmuş. Sonra Adaları duymuş ve Büyükada’ya gelmiş. Rumların yoğunlukta olduğu bu adayı çok sevmiş. Önceleri Rumcayı Trabzon’da öğrenmiş olan babam buradaki Rumlarla iletişim sağlamakta hiç zorlanmamış. Rumlar babamı çok sevmiş. Büyükada’da Rum kalaycı ustası Lazarov, babama kalaycılığı iyice öğretmiş. Babam çok sevdiği kalaycılığı artık meslek edinmiş. Bir işi olunca annemi de Trabzon’dan getirmiş. Birlikte burada yaşamaya başlamışlar. İlk zamanlar adada kiracı olarak oturmuşlar, sonra bir arsa alıp kendi evlerini yapmışlar. Beşkardeşiz ve ben ortancalarıyım.”
ÇOCUKLUĞUNUN ADASI…
Salahattin Karsan, hem iç geçirerek hem de gözleri dolarak “çocukluğunun adası” nı anlatıyor: “Büyükada bugünkü adadan çok farklıydı. Hayatlar çok farklıydı. Koyun beslediğimiz günleri özlemle arıyorum… Hatırlıyorum da Annem çayıra gider, koyunları otlatırdı. Bir yandan da elinde yün yumağı vardı. Koyunları otlattıktan sonra onları eve getirir, sağar, sütlerini şişelere doldururdu. Ben de ev ev dolaşır, isteyenlere bu sütleri satardım. O zamanlar 10 yaşındaydım. Bir yandan çalışıyor, diğer yandan okula gidiyordum. Satın alma diye bir şey yok denilecek kadar azdı. Çünkü alım gücü yoktu insanların. Kışın çoraplarımız yamalı, yazın da ayakkabısız gezerdik. Top alacak paramız yoktu, gazete kâğıdından top yapıp oynuyorduk. Adaların zenginlerinin peşinden vapura binerdik ki çantalarını taşıyıp üç beş kuruş kazanalım…”
“EKMEĞİ KARNEYLE ALIRDIK”
Ekmeksiz, aşsız dönemleri de anlatıyor Salahattin Karsan. Çekmecesinden çıkardığı eski nüfus cüzdanının sayfalarını açıyor ve üzerine mühürlenmiş “ekmek karnesi”ni gösteriyor: “Karne ile satılan ekmekler bize yetmezdi. Karnımız aç yatardık. Hiç unutmadığım bir anı paylaşacağım sizle. Ekmeğimizin olmadığı bir akşamdı yine. Kedimiz Duman ağzında ekmekle eve geldi. Nasıl sevindik anlatamam. Kedinin ağzındaki ekmeği hemen alıp, bölüştürdük aramızda. Anlatacak o kadar çok şey var ki, hangi birisini anlatayım… Böyle yoksulluklar yaşadık. Çok fakirdik ama mutsuz değildik.”
ELEKTRİKSİZ GÜNLER…
Adaların elektriksiz dönemlerini de anlatıyor Salahattin Karsan: “Adada elektrik yoktu. Harp zamanlarıydı. Evlerimizde gaz lambaları kısılır, ışık dışarıya sızmasın diye perdeler kapatılırdı. Kalaycılık yapan babam aynı zamanda Belediye’de löküz lambalarını yakmakla görevliydi. O zamanlar sigorta filan yoktu. İnsanlar ufak ücretlerle belediyelerde çalışırlardı. Babamın da lamba yakmak ek işiydi.”
“ADA VAPURU YANDAN ÇARKLIYDI”
Karsan, eski toprak yolları, tahta evleri de hiç unutmamış: “Yollar topraktı. Evlerimiz tahtalardan, topraklardandı, beton yoktu. Ada o zamanlar, lalelerle, sümbüllerle, menekşelerle süslüydü. Köy gibiydi ada. Vapurlar da çok keyifliydi. Bugünkü gibi değillerdi; yandan çarklılardı. Gezmeyi çok severdim. Sabahın erken saatinden vapura biner, akşam eve dönerdim. Yandan çarklı vapur sabah 6.30’da kalkar, buradan Maltepe’ye gider; Maltepe’den de Suadiye, Bostancı, Moda, Sirkeci, Eminönü’ne… Çok güzel zamanlardı çok… “
“RUMLAR BURADAN GİDİNCE…”
Karsan’ı en çok da Rumların Ada’dan gitmesi üzmüş: “Rumlar Ada’nın güzelliğine güzellik katıyordu. Çok kültürlü, çok nazik, çok üretken insanlardı. Çok severdik birbirimizi, her şeyimizi bölüşür, paylaşırdık. Evlerini, yurtlarını bırakıp gitmek zorunda bırakıldılar. Onlar buradan gidince biz eksildik, tadımız tuzumuz kalmadı…”
Salahattin Karsan, profesyonel terziliği de Rum Ustasından öğrenmiş. Yıllara meydan okuyan bu dükkanı da Ustası Niko’dan yadigar.
“Çocukluğumda annem el makinasıyla bana tulum dikerdi. Onu dikkatlice izlerdim. Meraklıydım. Terzi olacağıma kanaat getirmişlerdi. Babam elimden tutup beni bu terzi dükkânına getirdi. Ustam Rum’du. Mesleğinde çok iyiydi. Haftalığım bir simit parası bile değildi ama Ondan çok şey öğrendim. Meslekte kendimi geliştirdim. O Yunanistan’a gitti, ben de dükkânı ondan devraldım. 75 yıldır bu dükkânda bu makinenin başındayım. En acı yıllarım da en güzel yıllarım da bu odada geçti.”